Hem tedricî ihracat beşerin eliyle olduğu için, “ihrac” kelimesi ihsan cihetini nazar-ı gaflete hissettirmez. Evet, demirin maddesi murad olunsa, mekân-ı maddî itibariyle ihraçtır. Fakat demirin menfaati ve burada mana-yı maksudu olan “nimet” ise, manevîdir. Bu mana maddî mekâna bakmıyor, belki manevî mertebeye bakar. Rahman’ın hadsiz mertebe-i ulviyetinin bir tecellisi olan hazine-i rahmetten gelen nimet, elbette en yüksek makamdan en aşağı mertebeye gönderiliyor. Hak tabiri اَنْزَلْنَا ’dır. Bu tabirle nev-i beşere ihtar eder ki, demir en büyük bir nimet-i ilâhiyedir.
Evet, nev-i beşerin bütün sanatlarının madeni ve terakkiyatının menbaı ve kuvvetinin medarı demirdir. İşte bu azîm nimeti ihtar için, makam-ı imtinan ve in’amda, kemal-i haşmetle وَاَنْزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ ferman ediyor. Nasıl ki Hazreti Davud'a (a.s.) en mühim bir mucize olarak وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ ferman ediyor. Yani, büyük bir peygambere büyük bir mucize ve pek büyük bir nimet olarak demiri yumuşatmasını gösteriyor.
Saniyen: “Yukarı”, “aşağı” nisbîdir. Küre-i arzın merkezine göre yukarı, aşağı oluyor. Hatta bize nisbeten aşağı olan bir şey, Amerika kıt’asına nazaran yukarı oluyor. Demek, merkezden sath-ı arz tarafına gelen maddeler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir.
Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan i’caz lisanı ile ifade ediyor ki: Demirin o kadar çok menafii, o kadar geniş fevaidi vardır ki, insanın hanesi olan küre-i arzın mahzeninden çıkarılacak âdi bir madde değildir. Ve rastgele hâcâtta istimal edilmiş fıtrî bir maden değildir.