hususan hayvanat nutfelerinin su gibi basit bir madde iken hadsiz mucizat-ı sanatın muhtelif zîhayatlarda o su ile tezahürü gösteriyor ki: Bu iki arş misillü, nur ve hava dahi besatetleriyle beraber, Nakkaş-ı Ezelînin ve Alîm-i Zülcelâlin kalem-i ilim ve emir ve iradesine, evvelki iki arş gibi, acaib-i mucizatının mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp, meselemiz münasebetiyle, küre-i arza göre emir ve irade arşı olan unsuru havanın içinde emir ve iradenin acaibini ve garaibini örten perdenin bir derece keşfine çalışacağız. Şöyle ki:
Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile hurufat ve kelimatı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar. Yani, havada âdeta zamansız bir anda, bir kelime bir habbe olup harici havada sünbüllenir; küçük, büyük, hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sünbül veriyor. Unsur-u havaiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’a muti ve musahhar ve emirberdir ki, güya her bir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emri kün’den cilveger olan bir iradenin imtisalini, itaatini gösterir.
Meselâ, ahize ve nâkıle radyo makineleri vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-u beşerî bütün küre-i arzın her tarafından –radyo ahizeleri bulunmak şartıyla– zamansız, aynı nutuk, aynı anda, her bir yerde işitilmesi, emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’un cilvesine ne derece kemal-i imtisal ile her bir zerre-i havaiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız vücudları bulunan hurûfatın, kudsiyet keyfiyetiyle, bu sırr-ı imtisale göre, çok tesirat-ı hariciyeye ve hâsiyat-ı maddiyeye mazhar olabilirler; âdeta maneviyatı maddiyata inkılâb ve gaybı şehadete tahavvül ettirir bir hâsiyet onlarda görünüyor.