yani, “Cenâb-ı Haktan başka, bütün esbab ve ulûhiyetleri ehl-i dalâlet tarafından dava edilen âliheler içtima etse, bir sineği halk edemezler. Yani, sineğin hilkati öyle bir mucize-i rabbaniyedir ve bir ayet-i tekviniyedir ki, bütün esbab toplansa, onun mislini yapamazlar, o ayet-i rabbaniyeye muaraza edemezler, taklidini de yapamazlar” (1) mealindeki ayete ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud’u mağlup eden; ve Hazret-i Musa (a.s.) onların tacizlerine karşı müştekiyane, “Ya Rab, bu muacciz mahlûkları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince, ilhamen cevap gelmiş ki: “Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: ‘Ya Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisan ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisan ile Sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı” diye, Hazret-i Musa’nın (a.s.) şekvasına bin itiraz kuvvetinde hikmeti hilkatini müdafaa eden sineğin; hem gayet nezafetperver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu taifenin, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kasırdır; daha o vazifeyi ihata edememiş.
Evet, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyat bulunan hayvanat-ı bahriye cenazelerini toplamak (Haşiye)