Elcevap: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, gayb-âşina nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki, ümmetin “Âl” hakkındaki duası ki,
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ
عَلٰى اِبْرَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِبْرَاهٖيمَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ
’dir, makbul olacağını keşfetmiş. Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim'in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de, (a.s.m.) vezaif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesalikinde, enbiya-i benî-İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, قُلْ لَا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.
Bu hakikati teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” (1) Çünkü, sünnet-i seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizametmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binaendir ki, Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-i hadisiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, sünnet-i seniyyesidir. sünnet-i seniyyeye ittibaı terk eden, hakiki Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakiki dost da olamaz.