Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin (r.a.), Cafer-i Sadık (r.a.) gibi eimme-i âlişan ve hakiki verese-i nebeviye gibi pek çok mehdî-misâl zevat-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemal-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.
Evet, zat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) gayb-âşina kalbiyle, dünyada asr-ı saadetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temaşa eden ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı Âdemden beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hadisatı gören, hatta Zât-ı Zülcelâlin rü’yetine mazhar olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) arkalarında teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmesinden Şâh-ı Geylânî’nin hisse-i azimesi var.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى ayetinin bir kavle göre manası: “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vazife-i risâletin icrasına mukabil ücret istemez; yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor.”
Eğer denilse: “Bu manaya göre, karabet-i nesliye cihetinden gelen bir faide gözetilmiş görünüyor. Halbuki, اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ sırrına binaen, karabet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i ilâhiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor.”