Hem en büyük şey olan arş ve şemsi, musahhar birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahlûk telâkki eder.
Hem iki şakirdin ulviyet ve inbisat-ı ruhlarını bundan kıyas et ki: Kur’an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki, doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz esma-i ilâhiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir, “Evradlarınızı bununla okuyunuz” der.
İşte, Kur’an’ın tilmizlerinden Şah-ı Geylânî, Rufaî, Şazelî (radıyallahü anhüm) gibi şakirdleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerratı, katarat adetlerini, mahlûkatın aded-i enfasını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar. Cenab-ı Hakkı zikir ve tesbih ediyorlar.
İşte Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın mucizâne terbiyesine bak ki: Nasıl edna bir kederle ve küçük bir gam ile başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûp olan bu küçük insan, terbiye-i Kur’aniye ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letâif-i inbisat eder ki, koca dünya mevcudatını virdine tesbih olmakta kısa görüyor... Ve Cenneti zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü hâlde, kendi nefsini Cenab-ı Hakkın edna bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor. Nihayet izzet içinde, nihayet tevazuu cem’ediyor. Felsefe şakirdlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.