Başta dedik ki: Vücud ve hayat ve rahmet, bu kâinatta en mühim hakikatlerdir ve en mühim makam onlarındır. İşte onun için, o câmi hakikat-i hayatiye, bütün incelikleriyle ve dekaikiyle irade-i hassaya ve rahmet-i hassaya ve meşiet-i hassaya bakmalarının bir sırrı şudur ki:
Hayat, bütün cihazatıyla ve cihâtıyla şükür ve ubudiyet ve tesbihin menşe ve medarı olduğundandır ki, irade-i hassaya hicab olan yeknesaklık ve kaidelik ve rahmet-i hassaya perde olan vesait-i zâhiriye konulmamıştır. Cenâb-ı Hakkın, rahm-ı maderdeki çocukların simay-ı maddî ve manevîlerinde iki cilvesi var:
Birisi: Vahdetini ve ehadiyetini ve samediyetini gösterir ki, o çocuk azay-ı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envaında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlik ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor. O cenin bu lisanla bağırıyor ki: “Bana bu sima ve azayı veren kim ise, bütün esasat-ı azada bana benzeyen bütün insanların Sânii dahi Odur. Ve hem bütün zîhayatın Sânii Odur.”
İşte, rahm-ı maderdeki ceninin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’ine tabi olduğu için malûmdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.
İkinci cihet: Simay-ı istidadiye-i hususiyesi ve simay-ı vechiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan, gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücud bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı maderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor!
Elhasıl: Ceninin simay-ı istidadîsinde ve simay-ı vechiyesinde hem delil-i vahdaniyet var, hem ihtiyar ve irade-i ilâhiyenin hücceti vardır. Eğer Cenâb-ı Hak muvaffak etse, mugayyebat-ı hamseye dair bazı nükteler yazılacaktır. Şimdilik bundan fazla vaktim ve halim müsaade etmedi; hatime veriyorum.
اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى
Said Nursî