İşte, Sevr ve Hût namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i lâtif-i kudsî ile ve manidar bir işaretle, Sevr ve Hût namıyla tesmiye edilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate inkılâb etmiş, âdeta gayet büyük bir .küz ve dehşetli bir balık suretini almışlar.
Üçüncü Esas: Nasıl ki Kur’an’ın müteşabihatı var; gayet derin hakikatleri menûs teşbihatla ifade eder. Meselâ, bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi, bir vakit huzur-u nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp bu dakikada cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” (1) Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın gayet beliğ temsilinin hakikatini ilan etti.
Senin sualin cevabına şimdilik Üç Vecih söylenecek.
Birincisi: Hamele-i arş ve semavat denilen melâikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” olarak dört melâikeyi Cenâb-ı Hak arş ve semavata, saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan küre-i arza dahi iki melek, nazır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hût” tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki:
Arz iki kısımdır; biri su, biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i arza müvekkel iki melek, hem kumandan, hem nazır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev’ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır. Belki, ve’l-ilmü indallah, o iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misâlde sevr ve hût suretinde temessülleri var. (Haşiye) İşte bu münasebete ve o nezarete işareten ve küre-i arzın o iki mühim nevi mahlûkatına imaen, lisan-ı mucizü’l-Mahdut bir hayatta-ı nebevî, اَلْاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş, gayet derin ve geniş, bir sahife kadar meseleleri havi olan bir hakikati gayet güzel ve kısa bir tek cümleyle ifade etmiş.