Evvelki yolumuzda pek müdhiş görünürdü.
Şimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nazeninane niyaz u avaz.
Görmez misin? Gözümüz arı-misal olmuştur. Her tarafa uçuyor.
Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler,
her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.
Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor.
O da alır getirir; şehd-i şehadet yapar.
Balda bir bal akıtır, o esrar-engiz şehbaz.
Harekât-ı ecrama, ya nücum, ya şümûsa nazarımız kondukça,
ellerine verirler Hâlik’ın hikmetini. Hem maye-i ibreti,
hem cilve-i rahmeti alır, ediyor pervaz.
Güya şu güneş bizlerle konuşuyor. Der: “Ey kardeşlerimiz!
Tevahhuşla sıkılmayınız, ehlen sehlen merhaba, hoş teşrif ettiniz.
Menzil sizin, ben bir mumdar-ı şehnaz.
Ben de sizin gibiyim, fakat sâfi isyansız,
mutî bir hizmetkârım. O Zat-ı Ehad-i Samed ki,
mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnur etmiş.
Benden hararet, ziya; sizden namaz u niyaz.”
Yâhu, bakın kamere! Yıldızlarla denizler
her biri de kendine mahsus birer lisanla:
“Ehlen sehlen merhaba!” derler, “Hoşgeldiniz, bizi tanımaz mısınız?”
Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle.
Her birisi söylüyor: “Biz de birer hizmetkâr,
Rahmet-i Zülcelâl’in birer âyinedarıyız;
hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.”