Hakiki bütün elem dalâlette, bütün lezzet imandadır.
Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat
Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nuranî,
mağdub ve dallînin o tarîk-ı zulmanî,
tam farklarını görmek eğer istersen ey aziz, gel vehmini ele al,
hayal üstüne de bin, şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe.
O mezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvatı bir ziyaret ederiz.
Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat kıtadan
bizi tuttu çıkardı, bu vücuda bindirdi, gönderdi şu dünyaya;
şu şehr-i bî-lezaiz. İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahra-yı hâile.
Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık.
Evvel istitafkârane önümüze bakarız. Lâkin beliyyeler, elemler
önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik.
Sağa sola, anâsır-ı tabayia bakarız, ondan meded bekleriz.
Lâkin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kasiyye, merhametsiz.
Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne nâz dinler, ne niyaz!
Muztar adamlar gibi meyusane nazarı yukarıya kaldırdık.
Hem istimdatkârane ecram-ı ulviyeye bakarız,
pek dehşetli tehditkâr da görürüz. Güya birer gülle bomba olmuşlar,
yuvalardan çıkmışlar, hem etraf-ı fezada pek süratli geçerler,
her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.
Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el-iyazübillâh
şu âlem-i şehadet ödü de patlayacak.
Tesadüfe bağlıdır, bundan dahi hayır gelmez.