Ki ne vaki reddeylemiş, ne mantık tekzib etmiş.
mantık kabul etmezse, red bile edemez.
Semavî kitabların –ki matmah-ı cihanî–
ittifakî noktalarda musaddıkane nakleder,
ihtilâfî yerlerinde musahhihane bahseder.
Böyle naklî umurlar bir “Ümmî”den suduru, harika-i zamanî...
Altıncı unsur ise: Mutazammın ve müessis olmuş din-i İslâma,
İslâmiyet misline ne mazi muktedirdir, ne müstakbel muktedir;
araştırsan zaman ile mekânı. Arzımızı senevî,
yevmî dairesinde şu hayt-ı semavîdir; tutmuş da döndürüyor.
Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş, bırakmıyor isyanı.
Yedinci menba ise: Şu altı menbadan çıkan envar-ı sitte,
birden eder imtizac. Ondan çıkar bir hüsn,
bundan gelir bir hads, vasıta-i nuranî.
Şundan çıkan bir zevktir; zevk-i i’caz bilinir, tabirine lisanımız yetişmez. Fikir dahi kasırdır; görünür de tutulmaz o nücum-u âsumanî.
On üç asır müddette meylü’t-tahaddî varmış Kur’an’ın a’dâsında,
şevk-i taklid uyanmış Kur’an’ın ahbabında.
İşte i’cazın bir bürhanı. Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır, meydanda.
Milyonlarla kütüb-ü Arabiye, gelmiştir kütüphane-i vücuda.
Onlar ile Tenzil’i, düşerse bir mizanı.
Muvazene edilse, değil dânâ-i bî-müdanî, hatta en âmî adam,
göz kulakla diyecek: Bunlar ise insanî, şu ise âsumanî!
Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz.