pek de büyük bir rütbe. Tilâvet ise, ibadet-i ins ü can.
Onun içinde talim, hem müsellematı tezkir.
Tekerrür-ü zamanla nazariyat, kalbolur müsellemata,
hem döner bedihiyyata. İstemez daha beyan.
Zaruriyat-ı dinî, nazariyattan çıkıp zaruriyat olmuştur.
Tezkir ise kâfidir. İhtar ise vafidir. Şafidir her dem Kur’an.
İhtara, hem tezkire, şu intibah-ı İslâm, hem içtimaî yakaza
her birine veriyor umuma ait olan delâil ve hem mizan.
Madem içtimaî hayat İslâmda başlamıştır; her birinin imanı
kendine mahsus olan delile münhasıran değil; müstenid vicdan.
Belki cemaatın kalbinde gayr-ı mahdut esbaba dahi eder istinad.
Hatta câ-yı dikkattir: Bir mezheb-i zaifin, mürur ettikçe zaman,
iptali müşkil olur. Nerede kaldı ki İslâm, vahy ile fıtrat gibi,
iki metin esasa hem istinad etmiştir;
hem bu kadar a’sarda nafizane hükümran!..
Rasih esaslarıyla, bâhir eserleriyle kürenin yarısıyla iltiham peyda etmiş,
bir ruh-u fıtrî olmuş; nasıl küsufa girer.. küsuftan çıkmış el’an!
Fakat maatteessüf, bazı zevzek kefere, safsatalı adamlar
şu kasr-ı âlînin metin esaslarına ilişir buldukça imkân.
Onları deprettirir. Esaslara ilişilmez, onlarla oynanılmaz.
Sussun şimdi dinsizlik! İflâs etti o teres. Besdir tecrübe-i küfran ve yalan.
Bu âlem-i İslâmın âlem-i küfre karşı en ileri karakolu, şu dârülfünun idi.