bir Kur’an –ki, sıgar-ı sahife nisbeti bir kibr-i sanat-meal.–
sahife-i semada yıldızlarla yazılan bir Kur’an-ı Kerim’e cezaletle müsavi.
Nakkaş-ı Ezelînin sanatı her tarafta pürcemal ve pürkemal.
Her tarafta böyledir. Derece-i kemalde kalemdeki ittihad, tevhidi ilân eder. Bu kelâm-ı pür-meâl; iyi bir dikkate al!
Melâike bir ümmettir; şeriat-ı fıtriye ile memurdur
Şeriat-ı ilâhî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş; iki insan muhatab,
hem de mükellef olmuş. Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî
insan-ı ekber olan âlemin ahvalini, hem de harekâtını,
–ki ihtiyarî değil– tanzim eden şer’dir. O meşiet-i rabbanî;
yanlış bir ıstılâhla tabiat da denilir.
Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise, âlem-i asgar olan insanın ef’alini,
–ki ihtiyarî olmuş– tanzim eden şer’dir.
İki şer’ bir yerde bazen eder içtima.
Melâike-i ilâhî, bir ümmet-i azime, hem bir cünd-ü sübhanî,
birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil.
Hem onlardan bir kısmı ibâd-ı müsebbihtir.
Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni.
Madde rikkat peyda ettikçe, hayat şiddet peyda eder
Hayat asıl, esastır; madde ona tabidir, hem de onunla kaimdir.
Bir hurdebînî huveyn havass-ı hamsesiyle insanın havassını
muvazene edersen, görürsün; insan ondan ne derece büyükse,
havassı o derece onunkinden aşağı.
O huveyne işitir kardeşinin sesini. Hem de görür rızkını.
Ger insan kadar büyüse havassı, hayret-fezâ, hayatı