Meziyetin varsa hafâ türabında kalsın; tâ neşv ü nema bulsun
Ey zîhassa-i meşhure, taayyünle zulmetme,
ger perde-i hafânın altında sen kalırsan, ihvanına verirsin ihsan ve bereketi.
Her bir ihvanın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimali,
her birine celbeder bir nazar-ı hürmeti.
Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükerrem iken altında;
üstünde zalim olursun. Güneş iken orada; burada gölge edersin.
İhvanını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten.
Demek taayyün ve teşahhus, zalim birer emirdir.
Sahih doğru böyle ise, hem de böyle görürsün.
Nerede kaldı yalancı tasannu ve riya ile kisb-i teşahhus-u şöhret?
İşte bir sırr-ı azim ki hikmet-i ilâhî, hem o nizam-i ahsen;
bir ferd-i fevkalâde, kendi nev’i içinde setr ile perde çeker,
bununla kıymet verdirir, hem de eder müstahsen.
İşte sana misali: İnsan içinde veli, ömür içinde ecel,
olmuş meçhul ve mühmel.
Cum’ada müstetirdir bir saat, kabul olur dua edersen.
Ramazanda münteşir bir leyle-i zu-kadir,
esmaü’l-hüsna’da muzmer iksir-i ism-i âzam.
Bu misallerin haşmeti, hem de o sırr-ı hasen;
ibhamda izhar eder, ihfâda isbat eder.
Meselâ: Ecelin ibhamında bir muvazene vardır;
her dakikada tutar ne vaziyet alırsan.
Kefeteyn-i havf ü reca, hizmet-i ukbâ, dünya;
tevehhüm-ü bekaî, lezzet-i ömrü verir.