Âyet-i مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ iki sırr-ı azimi vaz’ediyor nazara.
Biri: Mahz-ı adalet, bu düstur-u azimi ki ferd ile cemaat,
şahıs ile nev’-i beşer, kudret nasıl bir görür;
adalet-i ilâhî, ikisine bir bakar... Bir sünnet-i daimî.
Şahs-ı vahid, hakkını kendi feda ediyor.
Lâkin feda edilmez, hatta umum insana.
Onun ibtal-i hakkı, hem iraka-i demmi, hem zeval-i ismeti;
ibtal-i hakk-ı nev’in hem ismet-i beşerin mislidir hem naziri.
İkinci sırrı budur: Hodgâmî bir âdemî
hırs ve heves yolunda bir masumu öldürse,
Eğer elinden gelse, hevesine mâni ise
harab eder dünyayı, imha eder benî-Ademi.
Zaaf, hasmı teşci eder. Allah abdini tecrübe eder. Abd, Allah’ını tecrübe edemez.
Ey haif ve hem zaif! Havf ve za’fın beyhude,
hem senin aleyhinde; tesirat-ı harici teşci’ eder, celbeder.
Ey vesveseli vehham! Muhakkak bir maslahat,
mazarrat-ı mevhume için feda edilmez.
Sana lâzım hareket, netice Allah’ındır. İşine karışılmaz.
Allah çeker abdini meydan-ı imtihana;
“Böyle yaparsan eğer, böyle yaparım” der.
Abd ise hiç yapamaz Allah’ını tecrübe.
“Rabbim muvaffak etsin, ben de bunu işlerim.” dese, tecavüz eder.
İsa’ya demiş Şeytan: “Madem her şeyi O yapar; kader birdir, değişmez.
Dağdan kendini at. O da sana ne yapar?”
İsa dedi: “Ey mel’un! Abd edemez Rabbini tecrübe ve imtihan!”