hâkimiyet ve rububiyet derecesindeki âmiriyet, bir Kâdir-i Mutlakta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et. Demek, ulûhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâzımı, vahdet ve infiraddır. Buna bir bürhan-ı bâhir ve şahid-i kat’î, kâinattaki intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmeldir. Sinek kanadından tut, tâ semavat kandillerine kadar öyle bir nizam var ki, akıl onun karşısında hayretinden ve istihsanından سبحان الله , ماشاء الله , بارك الله der, secde eder. Eğer zerre miktar şerike yer bulunsaydı, müdahalesi olsaydı, لَوْ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا ayet-i kerimesinin delâletiyle, nizam bozulacaktı, suret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki,
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ۞ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَ هُوَ حَسٖيرٌ
delâletiyle ve şu ifade ile, nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak, menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki, nizam ve intizam gayet mükemmeldir. Demek, intizam-ı kâinat, vahdaniyetin kat’î şahididir.
Gel gelelim “hudûs”a. Mütekellimîn demişler ki: “Âlem mütegayyirdir. Her mütegayyir hâdistir. Her bir hâdisin bir muhdisi, yani mucidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mucidi var.”