yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek, yere konup, vazife gördürüp, sonra gönderilecekler.
İşte, ey tabiata saplanan ve bataklıkta boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mazi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli manevî el sahibi olmayan bir şey, nasıl bu zeminin hayatına karışabilir? Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen, “Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i ilâhiyedir. Tesadüf ise, cehlimizi örten gizli bir hikmet-i ilâhiyenin perdesidir.” de, hakikate yanaş.
YİRMİ BEŞİNCİ PENCERE
Nasıl ki, madrub, elbette dâribe delâlet eder. Sanatlı bir eser, sanatkârı icab eder. Veled, validi iktiza eder. Tahtiyet, fevkiyeti istilzam eder ve hakezâ...
Bütün umur-i izafiye tabir ettikleri, birbirisiz olmayan evsaf-ı nisbiye misillü, şu kâinatın cüz’iyatında ve heyet-i umumiyesinde görülen imkân dahi, vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlûkiyet, hâlikiyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkib, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve hâlikiyet ve vahdet, bilbedahe ve bizzarure; mümkin, münfail, kesir, mürekkeb, mahlûk olmayan, vacib ve fail, vahid ve hâlik olan mevsuflarını ister. Öyle ise, bilbedahe, bütün kâinattaki bütün imkânlar, bütün infialler, bütün mahlûkiyetler, bütün kesret ve terkibler, bir Zat-ı Vâcibü’l-Vücud, Fa’alün limâ Yürid, Hâlik-ı Küll-i Şeye, Vâhid-i Ehade şehadet eder.
Elhasıl: Nasıl imkândan vücub görünüyor; infialden fiil ve kesretten vahdet.. bunların vücudu, onların vücuduna kat’iyen delâlet eder. Öyle de,