ve hüsn-ü sîret ve hüsn-ü suret ve kemal-i zat ve kemal-i sıfat ve kemal-i ef’al gibi bizzat meziyetler, gayr olsun olmasın, şu meziyetler tebeddül etmez.
İşte, Sâni-i Zülcelâl ve Fâtır-ı Zülcemal ve Hâlik-ı Zülkemalin bütün kemalâtı hakikiyedir, zatiyedir. Gayr ve masiva Ona tesir etmez, yalnız mezahir olabilirler.
İKİNCİ REMİZ: Seyyid Şerif Cürcânî Şerhu’l-Mevakıf’ta demiş ki: “Sebeb-i muhabbet, ya lezzet veya menfaat, ya müşakelet (yani meyl-i cinsiyet), ya kemaldir. Çünkü kemal mahbub-u lizatihidir.” Yani, ne şeyi seversen, ya lezzet için seversin, ya menfaat için, ya evlâda meyil gibi bir müşakele-i cinsiye için, ya kemal olduğu için seversin. Eğer kemal ise, başka bir sebep, bir garaz lâzım değil; o bizzat sevilir. Meselâ, eski zamanda sahib-i kemalât insanları herkes sever; onlara karşı hiçbir alâka olmadığı halde istihsankârane muhabbet edilir.
İşte, Cenâb-ı Hakkın bütün kemalâtı ve esma-i hüsnasının bütün meratibleri ve bütün faziletleri hakiki kemalât olduklarından, bizzat sevilirler; “mahbubetün lizatiha”dırlar. Mahbub-u bilhak ve habib-i hakiki olan Zat-ı Zülcelâl, hakiki olan kemalâtını ve sıfat ve esmasının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder. Hem o kemalâtın mazharları, ayineleri olan sanatını ve masnuatını ve mahlûkatının mehasinini sever, muhabbet eder. Enbiyasını ve evliyasını, hususan seyyidü’l-mürselîn ve sultanü’l-evliya olan Habib-i Ekremini sever. Yani, kendi cemalini sevmesiyle, o cemalin ayinesi olan Habibini sever. Ve kendi esmasını sevmesiyle, o esmanın mazhar-ı câmii ve zîşuuru olan o Habibini ve ihvanını sever. Ve sanatını sevmesiyle, o sanatın dellâl ve teşhircisi olan o Habibini ve emsalini sever. Ve masnuatını sevmesiyle, o masnuata karşı, “Maşaallah, barekâllah,