bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâziptir. Çünkü mana-yı aslîsi maksud değil.
İşte, Onuncu Sözün ve Yirmi İkinci Sözün hikâyeleri gibi, sair Sözlerin hikâyeleri kinaiyat kısmındandırlar ki, be-gayet doğru ve gayet sadık ve mutabık-ı vaki olan hikâyelerin sonlarındaki hakikatler, o hikâyelerin mana-yı kinaiyeleridir. Mana-yı asliyeleri bir temsil-i dürbinîdir; nasıl olursa olsun, sıdkına ve hakkaniyetine zarar vermez. Hem o hikâyeler birer temsildirler. Yalnız umuma tefhim için, lisan-ı hâl lisan-ı kaal suretinde ve şahs-ı manevî bir şahs-ı maddî şeklinde gösterilmiştir.
ÜÇÜNCÜ MAKSAD
Umum ehl-i dalâletin vekili, ikinci sualine (Haşiye) karşı kat’î ve mukni ve mülzim cevabı aldıktan sonra, şöyle üçüncü bir sual ediyor, diyor ki: “Kur’an’da اَحْسَنُ الْخَالِقٖين - اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ gibi kelimat, başka hâliklar, rahimler bulunduğunu iş’ar eder. Hem diyorsunuz ki, ‘Hâlik-ı âlemin nihayetsiz kemalâtı var; bütün enva-ı kemalâtın en nihayet mertebelerini câmidir.’ Halbuki, eşyanın kemalâtı ezdad ile bilinir. Elem olmazsa, lezzet bir kemal olmaz. Zulmet olmazsa, ziya tahakkuk etmez. Firak olmazsa, visal lezzet vermez, ve hakeza?...”
Elcevap: Birinci şıkka Beş İşaret ile cevap veririz.
BİRİNCİ İŞARET: Kur’an baştan başa tevhidi ispat ettiği ve gösterdiği için, bir delil-i kat’îdir ki, Kur’an-ı Hakîmin o nevi kelimeleri sizin fehmettiğiniz gibi değildir. Belki اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ demesi, “Hâlikiyet mertebelerinin