suretinde söylemiştim. Bana hizmet eden kıymettar kardeşlerimin ve mescid arkadaşlarımın arzuları ve istemeleri üzerine o muhavereyi yazıyorum. Şöyle ki:
Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum enva-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına bir şahıs farz ediyoruz ki, o şahs-ı farazî, mevcudat-ı âlemden bir şeye rab olmak istiyor ve hakiki malik olmak dava etmektedir.
İşte, o müddeî, evvelâ mevcudatın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab ve hakiki malik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. O zerre dahi, hakikat lisanıyla ve hikmet-i rabbanî diliyle der ki: “Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum. Bütün o vezaifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa; hem benim gibi had ve hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Haşiye) iş görüyoruz, eğer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa; hem kemal-i intizamla cüz olduğum mevcutlara, meselâ kandaki küreyvat-ı hamraya hakiki malik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dava et, beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus! Hem bana rab olamadığın gibi, müdahale dahi edemezsin. Çünkü, vezaifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir