tariklerle vukuunu nakletmesi; ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti; ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamlarının ve mütebahhir ulemanın tasdiki; ve nass-ı kat’î ile dalâlet üzerine icmaları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) o vak’ayı telâkki-i bilkabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri isbat eder.
Elhasıl, buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet, tahkik öyle dedi; hakikat ise diyor ki: Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan hatem-i divan-ı nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzması ve mucize-i kübrası olan Mirac ile, yani bir cism-i arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velâyetini isbat etti. Öyle de, arza bağlı, semaya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek, arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mucize gösterildi ki, zat-ı Ahmediye (a.s.m.), kamerin açılmış iki nuranî kanadı gibi, risalet ve velâyet gibi iki nuranî kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalâta uçmuş, tâ Kab-ı Kavseyne çıkmış; hem ehl-i semavat, hem ehl-i arza, medar-ı fahr olmuştur.