BEŞİNCİ NOKTA: İnşikak-ı kamer, kendi kendine, bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hadise değil ki, âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hâlik-ı Hakîmi, resûlünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için, harikulâde olarak o hadiseyi ika etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara, ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metali haysiyetiyle bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi, o hadiseyi görmeye mâni pek çok esbaba binaen gösterilmemiş. Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (a.s.m.) neticesi ve mucize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedahet derecesine çıkacaktı, herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı –iman ise, aklın ihtiyarıyladır– sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hadise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
Elhasıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î isbat edildi. Şimdi, vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına (Haşiye) işaret ederiz. Şöyle ki: Ehl-i adalet olan sahabelerin, vukuuna icmaı; ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin, وَ انْشَقَّ الْقَمَر tefsirinde onun vukuuna ittifakı; ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin, pek çok senedlerle ve muhtelif