(a.s.m.), mirac gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak olduğu münacata muvaffak oluyor?
Elcevap: Şu sırr-ı gamızı iki temsil ile fehme takrib ediyoruz. On İkinci Sözün sırr-ı i’caz-ı Kur’an ve sırr-ı mirac hakkında olan şu iki temsili dinle:
Birinci temsil: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, sohbeti, görüşmesi vardır; iki tarzda hitabı, iltifatı vardır: Birisi, âmi bir raiyetiyle, cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir. Diğeri, saltanat-ı uzma ünvanıyla ve hilâfet-i kübra namıyla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, o işlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evamir ile münasebettar büyük bir memuruyla konuşmaktır, sohbet etmektir ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir.
İşte, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى şu temsil gibi, şu kâinat Hâlikının ve Mâlikü’l-mülk ve’l-melekûtun ve Hâkim-i ezel ve ebedin iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı vardır: Biri cüz’î ve has, diğeri küllî ve âmm. İşte mirac, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyatın fevkinde bir külliyet, bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinatın Rabbi ismiyle, bütün mevcudatın Hâlikı ünvanıyla Cenâb-ı Hakkın sohbetine ve münacatına müşerrefiyettir.
İkinci temsil: Bir adam, elindeki bir ayineyi güneşe karşı tutar. O ayine, kendi miktarınca bir ışık ve yedi rengi havi bir ziyayı, bir aksi, şemsten alır. Onun nisbetinde güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı ayineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki küçük, hususî bağına