اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحٰى ۞ عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰى ۞ ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوٰى ۞ وَ هُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰى ۞ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰى ۞ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى ۞ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِهٖ مَٓا اَوْحٰى ۞ مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاٰى ۞ اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى ۞ وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى ۞ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ۞ عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى ۞ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى ۞ مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ۞ لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى
Evvelki ayet-i azimenin azim hazinesinden, yalnız اِنَّهُ zamirinde bir düstur-u belâgate istinad eden iki remzin meselemize münasebeti olduğu için, i’caz bahsinde beyan edildiği üzere yazacağız.
İşte, Kur’an-ı Hakîm, Habib-i Ekrem (aleyhi efdalüssalâtü ve ekmelüsselâm)ın miracının mebdei olan, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya seyeranını zikrettikten sonra اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ der. Ve şu kelâm ile, Sûre-i وَ النَّجْمِ اِذَا هَوَى ’da işaret olunan münteha-yı miraca remzeden اِنَّهُ ’daki zamir, ya Cenâb-ı Hakka racidir veyahut Peygamberedir (a.s.m.).
Peygambere göre olsa, kanun-u belâgat ve münasebet-i siyak-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki: Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî