değiştirmekle maanîleri değişir ve çoğalır. Taayyünat-ı itibariye ve teşahhusat-ı muvakkate, tebdil edildikleri ve zâhiren fani oldukları halde; onların maanî-i cemîleleri muhafaza olunup sabit ve baki kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatçe aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı esma-i ilâhiyenin maanîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.
Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerratı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı maneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını ahiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi: Nihayetsiz kemalât-ı ilâhiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenahî tesbihat-ı rabbaniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenahi ve az bir zamanda göstermek için, zerratı kemal-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek, mütenahi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mahdut, gayr-ı mütenahî tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyat-ı cemaliye ve celâliye ve kemaliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fânilerin baki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve