şeyler yazıyorlar, her şeyi kaydediyorlar. En ehemmiyetsiz bir hizmeti, en âdi bir vukuatı zaptediyorlar. Hâ, şu yüksek dağda padişaha mahsus bir büyük fotoğraf kurulmuş ki (Haşiye) ; bütün bu yerlerde ne cereyan eder, suretini alıyorlar. Demek, o zat emretmiş ki, mülkünde cereyan eden bütün muamele ve işler zaptedilsin. Demek oluyor ki, o zat-ı muazzam bütün hadisatı kaydettirir, suretini alır. İşte, şu dikkatli hıfz ve muhafaza, elbette bir muhasebe içindir. Şimdi, en âdi raiyetin en âdi muamelelerini ihmal etmeyen bir Hâkim-i Hafîz, hiç mümkün müdür ki, raiyetin en büyüklerinden en büyük amellerini muhafaza etmesin, muhasebe etmesin, mükâfat ve mücazat vermesin. Halbuki, o zatın izzetine ve gayretine dokunacak ve şe’n-i merhameti hiç kabul etmeyecek muameleler, o büyüklerden sudur ediyor. Burada cezaya çarpmıyor. Demek, bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.
SEKİZİNCİ SURET: Gel, ondan gelen bu fermanları sana okuyacağım. Bak, mükerrer vadediyor ve şiddetli tehdid ediyor ki, “Sizleri oradan alıp, makarr-ı saltanatıma getireceğim ve mutîleri mesud, âsileri mahpus edeceğim. O muvakkat yeri harab edip, müebbed sarayları, zindanları hâvi diğer bir memleket kuracağım.” Hem o vaad ettiği şeyler ona gayet rahattır, raiyetine, gayet mühimdir. Vaadinde hulf ise, izzet-i iktidarı na gayet zıttır.
İşte bak, ey sersem! Sen yalancı vehmini, hezeyancı aklını, aldatıcı nefsini tasdik ediyorsun. Ve hiçbir vecihle hulf ve hilâfa mecburiyeti olmayan