İkinci Misal: Nübüvvetin hayat-ı içtimaiyedeki düsturî neticelerinden ve şems ve kamerden tut, tâ nebatat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanın imdadına, hatta zerrat-ı taamiye hüceyrat-ı bedenin imdadına ve muavenetine koşturulan düstur-u teavün, kanun-u kerem, namus-u ikram nerede? Felsefenin hayat-ı içtimaiyedeki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşi hayvanların fıtratlarını sû-i istimallerinden neş’et eden düstur-u cidal nerede? Evet, düstur-u cidali o kadar esaslı ve küllî kabul etmişler ki, “Hayat bir cidaldir.” diye eblehane hükmetmişler.
Üçüncü Misal: Nübüvvetin tevhid-i ilâhî hakkındaki netaic-i âliyesinden ve düstur-u gâliyesinden اَلْوَاحِدُ لَا يَصْدُرُ اِلَّا عَنِ الْوَاحِدِ yani, “Her birliği bulunan yalnız bir’den sudur edecektir; madem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var, demek bir tek Zâtın icadıdır.” diye olan tevhidkârane düsturu nerede? Eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan اَلْوَاحِدُ لَا يَصْدُرُ عَنْهُ اِلَّا الْوَاحِدُ “Bir’den bir sudur eder.” ; yani, “Bir zattan bizzat bir tek sudur edebilir. Sair şeyler, vasıtalar vasıtasıyla ondan sudur eder.” diye, Ganiyy-i ale’l-Itlak ve Kadîr-i Mutlakı âciz vesaite muhtac göstererek bütün esbaba ve vesâite rububiyette bir nevi şirket verip, Hâlik-ı Zülcelâle “akl-ı evvel” namında bir mahlûku verip adeta sair mülkünü esbaba ve vesaite taksim ederek bir şirk-i azime yol açan şirk-âlûd ve dalâlet-pîşe o felsefenin düsturu nerede? Hükemanın yüksek kısmı olan işrakiyyun böyle halt etseler, maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin.