vücud ona münhasır değildir. Belki daha çok tabakat-ı vücud vardır ki, âlem-i şehadet onlara nisbeten münakkaş bir perdedir.
Hem madem, denizin balığa nisbeti gibi, ervaha muvafık olan âlem-i gayb ve âlem-i mana ervahlarla dolu olmak iktiza eder. Hem madem bütün emirler mana-yı melâikenin vücuduna şehadet ederler. Elbette, bilâşek velâ şüphe, melâike vücudlarının ve ruhanî hakikatlerinin en güzel sureti ve ukul-ü selime kabul edecek ve istihsan edecek en makul keyfiyeti odur ki, Kur’an şerh ve beyan etmiştir. O Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan der ki: “Melâike, ibad-ı mükerremdir. Emre muhalefet etmezler. Ne emrolunsa onu yaparlar.” 1
Melâike, ecsam-ı lâtife-i nuraniyedirler. Muhtelif nev’ilere münkasımdırlar. Evet, nasıl ki beşer bir ümmettir; kelâm sıfâtından gelen şeriat-i ilâhiyenin hameleleri, mümessilleri, mütemessilleridir. Öyle de, melâike dahi muazzam bir ümmettir ki, onların amele kısmı irade sıfâtından gelen şeriat-i tekviniyenin hamelesi, mümessili ve mütemessilleridirler. Müessir-i Hakiki olan kudret-i fâtıranın ve irade-i ezeliyenin emirlerine tâbi bir nevi ibadullahtırlar ki, ecrâm-ı ulviyenin her biri onların birer mescidi, birer mâbedi hükmündedirler.
ÜÇÜNCÜ ESAS: Mesele-i melâike ve ruhaniyat o mesaildendir ki, tek bir cüz’ün vücudu ile bir küllün tahakkuku bilinir; bir tek şahsın rüyeti ile umum nev’in vücudu malûm olur. Çünkü kim inkâr ederse külliyen inkâr eder. Bir tekini kabul eden, o nev’in umumunu kabul etmeye mecburdur.
Madem öyledir, işte bak: Görmüyor musun ve işitmiyor musun ki, bütün ehl-i edyan, bütün asırlarda, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar melâikenin vücuduna ve ruhanîlerin tahakkukuna ittifak etmişler ve insanın