Hakkın mahlûkudur. Mesuliyeti işmam eden bir şey, hasıl-ı bilmasdardan müştak kılınmaz.
Yedincisi: İrade-i cüz’iye-i insaniye ve cüz-i ihtiyarîyesi, çendan zaiftir, bir emr-i itibarîdir; fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaif, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, manen der: “Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mesuliyet sana aittir.” Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp, “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim.” desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin.” diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.
ÜÇÜNCÜ MEBHAS: Kadere iman, imanın erkânındandır. Yani, “Her şey Cenâb-ı Hakkın takdiriyledir.” Kadere delâil-i kat’iye o kadar çoktur ki, had ve hesaba gelmez. Biz, basit ve zâhir bir tarzla, şu rükn-ü imanîyi, ne derece kuvvetli ve geniş olduğunu, bir mukaddime ile göstereceğiz.
Mukaddime: Her şey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığını وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ gibi pek çok âyat-ı Kur’aniye tasrih ediyor.