nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanatın duaları gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan süleha-i ümmeti her gün o Zata (a.s.m) salât ve selâm ile rahmet duaları ve manevi kazançlarını en evvel o Zata (a.s.m) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’an’ın üç yüz bin hurufunun her birisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden yalnız kıraat-ı Kur’an cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o Zatın (a.s.m) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m) istikbalde bir şecere-i tuba-i Cennet hükmünde olacağını, Allâmü’l-Guyûb, bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur’an’ında o azim ehemmiyeti vermiş. Ve fermanında, ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittiba ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermiş. Ve o haşmetli şecere-i tubanın bir çekirdeği olan şahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini, arasıra nazara almasıdır.
İşte Kur’an’ın tekrar edilen hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mucize-i maneviye bulunmasına fıtrat-ı selîme şehadet eder. Meğer, maddiyyunluk taunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola.
قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ § وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمٍ kaidesine dahil olur.