İkinci Nokta: Manasındaki belâgat-ı harikadır. On Üçüncü Sözde beyan olunan şu misale bak:
Meselâ, سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ ayetindeki belâgat-ı maneviyeyi zevk etmek istersen, kendini nur-u Kur’an’dan evvel asr-ı cahiliyette, sahra-i bedeviyette farz et ki, her şey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümud-u tabiata sarılmış olduğu bir anda Kur’an’ın lisan-ı semavisinden, سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ veyahut, تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ gibi ayetleri işit, bak. Nasıl ki, o ölmüş veya yatmış olan mevcudat-ı âlem سَبَّحَ، تُسَبِّحُ sadasıyla işitenlerin zihninde nasıl diriliyor, hüşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar ve o karanlık gökyüzünde birer camid ateşpare olan yıldızlar ve yerde perişan mahlukat, تُسَبِّحُ sayhasıyla ve nuruyla işitenin nazarında gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmetnüma ve birer nur-u hakikat-edâ ve küre-i arz bir baş ve berr ve bahr birer lisan ve bütün hayvanlar ve nebatlar birer kelime-i tesbihfeşan suretinde arz-ı didar eder.
Meselâ, On Beşinci Sözde isbat edilen şu misale bak: