Hem, nasıl bir zabit bütün neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder; öyle de, mahlukata zabitlik eden ve hayvanat ve nebatata kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususi âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ der; bütün halkın ibadetlerini ve istianelerini, kendi namına Mabud-u Zülcelâle takdim eder. Hem, سُبْحَانَكَ بِجَمٖيعِ تَسْبٖيحَاتِ جَمٖيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَ بِاَلْسِنَةِ جَمٖيعِ مَصْنُوعَاتِكَ der; bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir. Hem, اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ وَ مُرَكَّبَاتِهَا der; her şey namına bir salâvat getirir. Çünkü, her şey nur-u Ahmedî (a.s.m) ile alâkadardır. İşte, tesbihatta, salâvatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.
Üçüncü Meyve: Ey nefs! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, sünnet-i seniyyeye ittiba et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nev’i huzur veriyor, bir nev’i ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ, bir şeyi satın aldın; icab ve kabul-ü şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir; o dahi, şârii düşünmekle bir teveccüh-ü ilâhî verir; o dahi, bir huzur verir, Demek, sünnet-i seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fani ömür baki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.