yüzünü çevirdi, gitti. Birden, o hâl değişti. Baktım ki, ben, tünel içinde sukut eder gibi bir süratle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim; fakat, ne çare ki, hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım, o çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat, o çiçekler ve meyveler, dikenli mikenli, mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle müfarakatından elimi parçalıyorlar; bana pek pahalı düşüyorlardı. Birden, şimendiferdeki bir hademe, dedi:
“Beş kuruş ver; sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine, elin parçalanmasıyla, yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de, ceza var; izinsiz koparamazsın.”
Birden, sıkıntıdan ne vakit tünel bitecek diye başımı çıkarıp ileriye baktım, gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden, o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm; iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merak ile dikkat ettim, o mezar taşında, büyük harflerle “SAİD” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden, “Eyvah!” dedim. Birden, o han kapısında bana nasihat eden zatın sesini işittim. Dedi: “Aklın başına geldi mi?” Dedim: “Evet geldi. Fakat kuvvet kalmadı; çare yok.” Dedi: “Tevbe et, tevekkül et.” Dedim: “Ettim.” Ayıldım; Eski Said kaybolmuş, Yeni Said olarak kendimi gördüm.
İşte, o vakıa-i hayaliyeyi, Allah hayır etsin, bir iki kısmını ben tabir edeceğim; sair cihetleri sen kendin tabir et. O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebedü’l-âbad tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise, altmış sene ömürdür ki, bu vakıayı gördüğüm vakit, kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok, fakat baki kalan on beşinden yarısını ahirete sarf etmek için, Kur’an-ı Hakîmin halis bir tilmizi beni irşad etti. O han ise, benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise, zamandır. Her bir yıl bir vagondur. O tünel ise, hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezaiz-i nameşruadır ve lehviyat-ı muharremedir ki, mülâkat