indirdiği gibi, bütün kâinatta ve mevcudatın ayinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemalleri görünen esma-i ilâhiyeyi inkâr ile tezyif eder ve insanlık denilen bütün esma-i kudsiye-i ilâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bakiyenin cihazatını câmi çekirdek-misal bir mucize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrayı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüçhaniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arzıyeyi en zelil bir hayvan-ı fani-i zailden daha zelil, daha zaif, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar; ve manasız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.
Elhasıl: Nefs-i emmare, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat, icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’’idir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder; yüz günde yapamaz. Lâkin, eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i ilâhiyeden istese, şer ve tahripten ve nefse itimattan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa, o vakit يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder; ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.
İşte, ey gafil insan bak, Cenab-ı Hakkın fazlına ve keremine! Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bazen yetmiş, bazen yedi yüz, bazen yedi bin yazar. Hem, şu nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek, ceza-i ameldir, ayn-ı adldir; fakat Cennete girmek, mahz-ı fazldır.
İKİNCİ NÜKTE: İnsanda iki vecih var: Birisi, enaniyet cihetinde, şu hayat-ı dünyeviyeye nazırdır; diğeri, ubudiyet cihetinde, hayat-ı ebediyeye bakar.