olduğunu gördüm “Elhamdülillahi alâ nuri’l-iman” diyerek اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ ayet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım.
İşte, o iki dağ, mebde-i hayat, ahir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise, hayat yoludur. O sağ taraf ise, geçmiş zamandır. Sol taraf ise, istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semaviyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hadisatı ve acib mahlukatıdır.
İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nakıs ve dalâlet-âlûd malumat ile, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir; hem, her birisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hadisat ve mevcudatı muzır birer canavar hükmünde bildirir.
وَالَّذٖينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ hükmüne mazhar eder. Eğer hidayet-i ilâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden, kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u ilâhi ile dolar; âlem, اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ayetini okur. O vakit, zaman-ı mazi bir mezar-ı ekber değil, belki her bir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı riyasetinde,