ÜÇÜNCÜ LEM’A: Bak şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcudat-ı seyyarede cevelan eden zîhayatlara. Göreceksin ki, bütün zîhayatlardan her bir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyumun koyduğu çok hatemleri vardır. O hatemlerden bir hatemi şudur ki: O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki enva-ı âlemin ekser numunelerini câmidir. Güya o zîhayat bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüş bir katredir. Demek şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.
İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki, bir kelime-i kudreti meselâ, bal arısını ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak; ve bir sahifede, meselâ insanda şu kitab-ı kâinatın ekser meselelerini yazmak; hem, bir noktada, meselâ küçücük incir çekirdeğinde koca incir ağacının programını derc etmek; ve bir harfte, meselâ kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsarını göstermek; ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan kuvve-i hafıza-i insaniyede bir kütüphane kadar yazı yazdırmak; ve bütün hadisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte derc etmek, elbette ve elbette Hâlik-ı küll-i şeye has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelâline mahsus bir hatemdir. İşte, zîhayat üstünde olan pek çok hatem-i rabbanîden bir tek hatem, böyle nurunu gösterse ve onun âyatını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hatemlere bakabilsen, görebilsen, سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ ظُّهُورِهٖ demeyecek misin?
DÖRDÜNCÜ LEM’A: Bak, şu semavatın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et! Göreceksin ki; her biri üstünde Şems-i Ezelînin taklit kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hatemleri görünüyor ve bir ikisini gördük; ihya üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin manaları fehme yakınlaştırdığından, bir temsil ile şu hakikati göstereceğiz.