istirahat-i ammeye ve hayat-ı içtimaiyenin kemaline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem sanatkârlar ve mülhem keşşaflar arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zatlara şu remz ve işarat-ı Kur’aniye sa’ye teşvik ve sanatlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vafidir.”
İkinci suale cevap:
Eğer desen: “Şimdi şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki; Kur’an’da sair hakaikle beraber, medeniyet-i hâzıranın harikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan her şey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat, niçin Kuran onları sarahatle zikretmiyor? Tâ muannid kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?”
Elcevap: Din bir imtihandır, teklif-i ilâhî bir tecrübedir; tâ ervah-ı âliye ile ervah-ı sâfile müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki, bir madene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı ilâhiye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki, istidad-ı beşer madeninde olan cevahir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin. Madem Kur’an, bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında beşerin tekemmülü için nazil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vazıhan لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ yazmak misillü bir bedahete girecek, o zaman herkes ister istemez tasdik edecek; müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (Haşiye) beraber kalacaklar.