BİRİNCİ NÜKTE: Kur’an-ı Hakîmde çok hadisat-ı cüz’iye vardır ki, her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasıl ki, عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdemin melâikelere karşı kabiliyet-i hilâfet için bir mucizesi olan talim-i esmadır ki, bir hadise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle talim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlikın şuunat ve evsafına şamil kesretli maarifin talimidir ki, nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semavat ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrayı haml davasında bir rüçhaniyet vermiş ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i manevisi olduğunu Kur’an ifham ettiği misillü, “Melâikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, şeytanın secde etmemesi” olan hadise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikati ihsas ediyor.
Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e melâikelerin itaat ve inkıyadını ve şeytanın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev-i beşere kâinatın ekser maddi envaları ve envaın manevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidâdâtını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev-i beşerin tarik-ı kemalâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, bir tek Âdem’le (a.s.) cüz’î hadiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.
İKİNCİ NÜKTE: Mısır kıt’ası, kumistan olan sahra-yı kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne