زِكَمَالِ صُنْعِ تُو (نُسْخَه: زِهَوَاىِ شَوْقِ تُو) خُوشْ خُوشْ بِگَازٖى
Senin kemal-i sanatından neş’elenip, güzel güzel sâda veriyorlar.
زِشٖيرٖينٖى اٰوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازٖى
Güya sâdalarının tatlılığı, onları da neş’elendirip nazeninane bir naz ettiriyor.
اَزْوَىْ رَقْصَه اٰمَدْ جَذْبَه خَازٖى
İşte ondandır ki; şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.
اَزٖينْ اٰثَارِ رَحْمَتْ يَافْتْ هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبٖيحُ نَمَازٖى
Şu rahmet-i ilâhiyenin âsârıyladır ki; her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.
اٖيسْتَادَسْتْ هَرْ يَكٖى بَرْ سَنْگِ بَالَا سَرْفِرَازٖى
Ders aldıktan sonra, her bir ağaç yüksek bir taş üstünde arşa başını kaldırıp durmuşlar.
دِرَازْ كَرْدَسْتْ دَسْتْهَارَا بَدَرْگَاهِ اِلٰهٖى هَمْ چُو شَهْبَازٖى
Her birisi, yüzler ellerini Şehbaz-ı Kalender (Haşiye-1) gibi dergâh-ı ilâhiye uzatıp muhteşem bir ibadet vaziyetini almışlar.
بِجُنْبٖيدَسْتْ زُلْفْهَارَا بَشَوْقْ اَنْگٖيزِ شَهْنَازٖى
Oynattırıyorlar zülüfvari küçük dallarını ve onunla temâşâ edenlere de, lâtif şevklerini ve ulvi zevklerini ihtar ediyorlar.