بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ
لَقَدْ اَبْكَانٖى نَعْىُ ( لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ ) مِنْ خَلٖيلِ اللّٰهِ
İbrahim aleyhisselâmdan sudur ile, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden na’y-i لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ beni ağlattırdı.
فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبٖى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُئُونِ اللّٰهِ
Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü her bir damlası da, o kadar hazindir. Ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Fârisî fıkralardır.
لِتَفْسٖيرِ كَلَامٍ مِنْ حَكٖيمٍ اَىْ نَبِىٍّ فٖى كَلَامِ اللّٰهِ
İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir hakîm-i ilâhînin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.
نَمٖى زٖيبَاسْتْ اُفُولْدَه گُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ
Güzel değil batmakla gâib olan bir mahbub. Çünkü, zevale mahkûm, hakiki güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve ayine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.
نَمٖى اَرْزَدْ غُرُوبْدَه غَيْبْ شُدَنْ مَطْلُوبْ
Bir matlub ki, gurubda gaybubet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb, ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın.