Evvelen: Âsâra bakıp, gâibane muamele suretinde, saltanat-ı rububiyetin mehasinine temâşâger makamında kendilerini gördüklerinden tekbir ve tesbih vazifesini edâ edip الله اكبر dediler.
Saniyen: Esma-i kudsiye-i ilâhiyenin cilveleri olan bedâyiine ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle, سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ لِلهِ diyerek takdis ve tahmid vazifesini ifa ettiler.
Salisen: Rahmet-i ilâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini, zâhir ve bâtın duygularla tadıp anlamak makamında şükür ve sena vazifesini edaya başladılar.
Rabian: Esma-i ilâhiyenin definelerindeki cevherleri, manevî cihazat mizanlarıyla tartıp bilmek makamında tenzih ve medih vazifesine başladılar.
Hamisen: Mistar-ı kader üstünde kalem-i kudretiyle yazılan mektubat-ı rabbaniyeyi mütalâa makamında tefekkür ve istihsan vazifesine başladılar.
Sadisen: Eşyanın yaradılışında ve masnuatın sanatındaki lâtif incelik ve nazenin güzellikleri temâşâ ile tenzih makamında Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni-i Zülcemallerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.
Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gâibane muamele-i ubudiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezaifi edâ ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’aline bakmak derecesine çıktılar ki, hâzırane bir muamele suretinde evvelâ Hâlik-ı Zülcelâlin kendi sanatının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. “Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mucizelerindir.”