Fakat elhamdülillâh, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad ki daim hayat verir o istidad, âmâle. Tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz. Onlara yol gösterir. O noktadan istidad hem istimdad ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemaline koşuyor, o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü naz.
İkinci kutb-u iman ki, tasdik-i haşir’dir, saadet-i ebedî; o sadefin cevheri
iman, bürhanı Kur’an, vicdan-ı insanî bir râz.
Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müdhiş görünürdü. Şimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nazeninane niyaz u avaz.
Görmez misin? Gözümüz arı-misal olmuştur. Her tarafa uçuyor.
Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.
Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir; şehd-i şehadet yapar.
Balda bir bal akıtır, o esrar-engiz şehbaz.
Harekât-ı ecrama, ya nücum, ya şümûsa nazarımız kondukça, ellerine verirler Hâlik’ın hikmetini. Hem maye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alır, ediyor pervaz.
Güya şu güneş bizlerle konuşuyor. Der: “Ey kardeşlerimiz!
Tevahhuşla sıkılmayınız, ehlen sehlen merhaba, hoş teşrif ettiniz.
Menzil sizin, ben bir mumdar-ı şehnaz.
Ben de sizin gibiyim, fakat sâfi isyansız, mutî bir hizmetkârım.
O Zat-ı Ehad-i Samed ki, mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnur etmiş.
Benden hararet, ziya; sizden namaz u niyaz.”
Yâhu, bakın kamere! Yıldızlarla denizler her biri de kendine mahsus birer lisanla:
“Ehlen sehlen merhaba!” derler, “Hoşgeldiniz, bizi tanımaz mısınız?”
Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle. Her birisi söylüyor:
“Biz de birer hizmetkârız, Rahmet-i Zülcelâl’in birer âyinedarıyız;
hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.”