Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtac-ı fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet. Onda hile, harama, beşeri sevketmiştir. Ahlakın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate, hem nev’e vermiştir servet, haşmet. Ferdi, şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi çoktur: Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve
cinayet, hem gadr ve hem hıyanet.
Şu medeniyet-i habise tek bir defada kustu. Midesi de (1) daha bulanır.
Âlem-i İslâmdaki istinkâf-ı manidar hem de bir câ-yı dikkat.
Kabûlde muzdaribdir, soğuk da davranmıştır. Evet şeriat-ı garrâda olan nur-u ilâhî, hassa-i mümtazıdır istiğna ve istiklâliyet. O hassadır bırakmaz ki o nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehası ona
tahakküm etsin. Onda olan hidayet, bundaki felsefe ile mezcolmaz, hem aşılanmaz, hem de tabi olamaz. İslâmiyet ruhunda şefkat, izzet-i iman, beslediği şeriat, Kur’an-ı Mu’ciz-Beyan
tutmuş yed-i beyzâda hakaik-ı şeriat.
O yemin-i beyzâda birer Asâ-yı Mûsâ’dır. Sehhar medeniyet, istikbalde
edecek ona secde-i hayret...
Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunan’ın iki dehâsı vardı; bir asıldan
tev’emdi, biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti.
Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı. Hıristiyanlık da çalıştı, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı.
Her biri istiklâlini filcümle hıfzeyledi.
Hatta el’an adeta o iki ruh, şimdi de cesedleri değişmiş.
Alman, Fransız oldu.
Güya bir nevi tenasüh başlarından geçmişti. Ey birader-i misalî! Zaman böyle gösterdi.
O ikiz iki dehâ, öküz gibi reddetti