Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe’nidir muhabbet ve
tecazüb. Bundan çıkar saadet, zail olur adavet.
Hayattaki düsturu, cidal, kıtal yerine, düstur-u teavündür. O düsturun
şe’nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanır cemaat.
Suret-i hizmetinde, heva heves yerine hüda-yı hidayettir. O hüdanın
şe’nidir: İnsana lâyık tarzda terakki ve refahet.
Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de
tard eder unsuriyet, hem de menfi milliyet.
Hem onların yerine rabıta-i dindir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir,
uhuvvet-i imanî. Şu rabıtanın şe’nidir, samimi bir uhuvvet,
umumi bir selâmet. Haric etse tecavüz o da eder tedafu. İşte şimdi
anladın; sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.
Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarıyla girmemiş, şu medeniyet-i hâzıra
onlara yaramamış, hem de onlara vurmuş müdhiş kayd-ı esaret.
Belki nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde sekseni atmış
meşakkat ve şekavet. Yüzde onu çıkarmış muzahraf bir saadet!
Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat! Zalim ekallin olmuş gelen ribh-i
ticaret. Lâkin saadet odur: Külle ola saadet.
Lâakal ekseriyete olsa medar-ı necat. Nev-i beşere rahmet nazil
olan şu Kur’an, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet
Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest
olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet.
Heves tahakküm eder. Heva da müstebittir, gayr-i zarurî hâcatı havaic-i
zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat.