Üç yüz âra-yı mütekabile ve efkâr-ı mütehalife, hak ve maslâhattan başka bir şey ile musalaha etmez veya sükut etmezler. Hak ve maslâhat ise şeriatta esastır. Fakat اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaide-i şer’iyesince, bazen, haram bildiğimiz şey, ilca-yı zaruretle vacib olur. Taaffün etmiş parmak kesilir, tâ el kesilmesin. Selamet-i millet, cevher-i hayata tevakkuf etse, vermekten tevakkuf edilmez. Nasıl ki edilmedi.. Dünyada en acib, en garibi; ruhunu iftiharla selâmet-i millete feda edenlerden, bazen garazında, menfaat-i cüz’iye-i gururiyesinde buhl eder, vermiyor.
Demek şeriatı isteyenler iki kısımdır: Biri, muvazene ile zarureti nazara alarak, müdakkikane meşrutiyeti şeriata tatbik etmek istiyor. Diğeri de, muvazenesiz, zahirperestane çıkılmaz bir yola sapıyor.
S— Meclis-i Mebusanda Hristiyanlar, Yahudiler vardır. Onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?
C— Evvela: Meşverette hüküm ekserindir, ekser ise müslümandır. Altmıştan fazla ulemadır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek hâkim İslâm’dır.
Saniyen: Saati yapmakta veyahud makineyi işletmekte sanatkâr bir “Harco” veya “Berham”ın re’yi muteberdir. Şeriat reddetmediği gibi Meclis-i Mebusan’daki mesalih-i siyasiye ve menafi-i iktisadiye dahi ekseri bu kabilden olduğundan red etmemek lazım gelir. Amma ahkâm ve hukuk ise, zaten tebeddül etmez. Tatbikat ve tercihattır ki, meşverete ihtiyaç gösterir. Mebusların vazifesi, o ahkâm ve hukuku sû-i istimâl etmemek ve bazı kadı ve müftülerin hilelerine meydan vermemek için bazı kanunları yapmak, etrafına sur etmektir. Aslın tebdiline gitmek olamaz. Gidilse intihardır.
S— “Adalettir” diyorsun. Neden tekâlif-i devlet fukara üstünde hafifleşmedi?
C— Bir fark vardır: Eskide varidat zayi olur giderdi. Şimdi millet rakîbdir. Demek evvel, suya ve şuristana atılır idi. Şimdi tarlaya atılıyor veya atılacaktır. İşte bir nev’i hafiflik...