Benlik var; benim değil, sınıfım olan melâik-i medarisin izzetidir.
Hamisen: Ben, Kürdçe düşünürüm; Türkçe ve Arapça yazıyorum. Matbaa-i hayaldeki mütercim acemi, ya kalbin sözünü iyi anlamıyor veya lisanın diline aşina değildir. Hem Türkçe’nin sarf-nahvini bilmediğimden manaya giydirdiğim üslûbun düğmeleri pek karışık oluyor. “Hatta, evet, işte, şimdi, hem de, zira, olan, şu, bu” tekrarları sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashihine de kat’iyen razı olamıyorum. Zira külahıma püskül takmak gibi başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor. Sözlerimden tevahhuş eder.
Sadisen: Tabiatımdaki ifrat cihetiyle düşündüğümden; mütercim-i hayalînin tercümesinde, hattatın imlâsında, tabiin tab’ında, mütaliin fehminde bazen yanlış düşmekle güzel bir hakikat çirkinleşiyor.
Sabian: Şu Saykal-ı İslâmiyet ve Ekrad Reçetesi olan iki eser, o dehşetli dağ ve dere ve sahraların kuvve-i münbitesi fevkalâde neşv ü nema vererek kırk elli gün zarfında hem yeşillendi, hem cesim bir şecere oldu. Hem meyve verdi. Evet, öyle bir vakitte vücuda geldi ki, dağlar beni derelerin yed-i haşinine fırlatıyordu. Onlar da beni sahraların yüzlerine çarpıyordu. Sonra hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslâmiye şu iki sınıf meyveleri dağ başından koparıp ve bazen rüzgar vurup derenin dibine düşmüş meyveleri ilaç için toplayıp medine-i medeniyetin çarşısına götürdüler. Hatta bir kısmı Başid dağının yemişidir. Bir taifesi Ferraşin ovasının meyvesidir. Bir miktarı Beytüşşebab deresinde kırmızılanmış semeresidir. İşte şu iki eseri yazdığım vakit zaman kısa, mekan vahşi, ben seyyah, zihin müşevveş, vücud yarım hasta, yazmak acele olduğundan elbette müşevveş olur.
Ey ehl-i insaf! Mazeretim bu... Kabul ederseniz insafın şe’nidir. Etmezseniz; emin olunuz size minnet etmem. Hiç de kabul etmeyiniz. Sizin minnetiniz dağ başında olsun. Size beğendirmek için değil, belki hakka hizmet için yazdım. Vesselam.
Şu eserin nağamatını dinlemek için bir Kürd cesedini giymek, bir vahşi hayalini başına takmak gerekdir. Yoksa ne istima’ helal, ne sema’ tatlı olur.
Ebû lâşey
Said