Camiü’l-Ezher'e şebih el-Medresetü’z-Zehra namında Van’da bir medresenin küşadına irade-i seniyye zuhur ettiyse de temelinden başka bir şey yapılmayarak harb-i umumi zuhur etti. Eskiden beri nezdinde bulunan talebeleri kesesinden iaşe eylemekle beraber sırf hasbeten-lillah tedris ederdi. Talebeleri de hakiki bir fedakâr olarak yetiştirir idi.
Bunca muarazat ve mücadelat-ı ilmiyede hiçbir zaman sâil vaziyetini ihtiyar etmemiş, daima mucip mevkiini ihraz eylemiştir. Bu vaziyet, ne derecede iktidara vabeste olduğu izahattan varestedir. Fakat bir nokta arz etmek isterim ki, o da Bediüzzaman’ın ulüvv-ü menzilet ve fazilet-i ahlâkiyesini mübeyyendir. Şöyle ki: Muarız bulunan zatı mahcub etmemek için sual sormaktan ictinab etmiştir. Kendi mahcubiyetini nazar-ı itibara alıp muarızını mahcubiyetten vikayeye çalışan bir zata tarih sayfalarında da nadiren tesadüf olunur derecededir. Hatta İstanbul’da bile herkesin sualine cevap vermeye hazır bulunduğuna dair ilan etti. Onunla muaraza eden zevata hiçbir sual irad etmediğini, müddeama bir bürhan-ı kat’î teşkil eder zannındayım.
Bitlis’te Şeyh Emin Efendi ile vuku bulan mücadeleden ahali yanında bir tefrika ve münazaa hasıl oldu. Hükümet işe müdahale ederek Bediüzzaman’ı oradan nefyetti. Bir müddetten sonra menfasından firar ederek Siirt’e tabi Tillo kasabasında “Hasya Künbedi” denilen bir türbeye kapandı. Orada Kamus-u Okyanus'u babü’s-sin’e kadar hıfz eyledi.
Bir gün, ne fikre mebni kamusu hıfzeylediğini sordum. “Kamus her bir kelime kaç manaya geldiğini yazıyor, ben de kamusun aksine olarak her bir manaya kaç kelime müstamel olduğuna dair bir kamusu yazmak merakına düştüm, bu heves üzerine hıfz eyledim. Fakat sonra Mısır’da bir cemiyet tarafından böyle bir eser vücuda geldiğini haber aldım. Sa’yim heba oldu” cevabında bulundu.