Ve uhuvvet çekirdeğinde mündemiç olan muhabbete, şecere-i tuba gibi neşv ü nema vermektir. Ve hamiyet-i İslâmiyeyi galeyana getirmekle imtizac ve ittihad-ı anâsırın husulüyle kuvvet ve marifeti tevlid etmektir. Sadedden çıktık; ne yapayım, şimdi hayalime geldi. Şöyle ki:
Âmir ve hâkim vicdanî olmalı. Yoksa daima istibdadın taht-ı tahakkümünde bulunacağız. Âmir-i vicdanî de tenevvür-ü fikre tevakkuf eder. Tenevvür-ü fikr ise umumda ya marifet-i âmm veya medeniyet-i tâm veya İslâmiyet’in hissiyle olacaktır. Halbuki binden on tane, medeniyet veya marifetle münevverü’l-fikirdir. Bu ise âhenk-i terakkiyi ihlâl eder. Âhenk-i ıttıradî için nûru’n-nûr olan din-i İslâm’ı menar ve rehber etmeliyiz. Ancak tâ herkes de münevverü’l-fikir gibi olsun. Zira hiss-i din ile, en âmî, en münevverü’l-fikir gibi mütehassistir. Fikri münevver olmasa da kalbi münevverdir. Hissiyat güzel olursa, efkâr da müstakim olur.
Vehim: “İçimizdeki gayr-ı müslimler bahane tutacaklar veya ürkecekler.”
İrşad: Bahane tutmak çocukluktur, ürkmek ise cehalettir. Zira, gayr-ı müslimlerin saadeti vatanın selâmeti iledir. Ve meşrutiyetin devamı ve ruhu ve nokta-i istinadı ve mürşidi, şeriat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan, gayr-ı müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır.
Vehim: “Ecnebiler bundan tevahhuş etmek ihtimaldir.”
İrşad: Bu ihtimale ihtimal verenler tevahhuş ediyor. Zira merkez-i taassuplarından İslâmiyet’in ulviyetine dair konferanslarla takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Feylesof-u şehîr Mister Karlayl Amerika’dan yüksek bir sada ile bütün Avrupa’ya İslâmiyet’in kudsiyetini işittirmiş.