Eğri tutmadım, elinize vermedim. Siz dikkatinizle tutunuz. Zaman-ı salifte şuara divanlarından hüsnünü, bir çok ulema dibace-i teliflerinden, “Hulefâ-i Râşidîn’in mesleğinden olmayan” bir şahs-ı hâkime mehasin-i milleti gasben ona vermek ve ondan neşet ettiği gibi ıtraî medihle istibdada kuvvet vermişlerdi. Ve mesavi-i istibdadı dahi nâ-kabil-i def’ gördüklerinden, zaman ve feleği hedef ederek şikâyat ve itirazatın okları daima manası tesiriyle malum ve lafzı meçhul olan istibdada atarlardı. Meşrutiyet-i şer’iye altında olan adalet-i mahz, ancak Eflâtun-u ilâhî’nin mehasin-i hakikiye-i medeniyetin misal-i müşahhası göstermek istediği medine-i fâzılasında ihtimal verebilirlerdi. Ben isem, o def’i muhal gördükleri istibdadı yıkmakla ve muhal-i âdi gördükleri medine-i fâzılanın esasını atmakla meşgul olan bir ehl-i asrın efradı olduğumdan, o âdete muhalefet ettim.
Birinci sual, maal-cevap icmalen müddeî gibi vaz’ ediyorum. Sonraki tafsilât o müddeayı müntic ﻗﻀَﺎﻳَﺎ ﻗِﻴَﺎﺳُﻬَﺎ ﻣَﻌَﻬَﺎ gibidir. Şöyle ki:
Demişler: “Vücud-u Sâni’a delil-i vazıh nedir?
Cevap: Delil-i nuranî ve hayat-ı ateşîn ve âlemin aynı olan Muhammed (a.s.m.); ve kalb-i hidayetin lisanı ki Muhammed (a.s.m.)’in lisanıdır.
ﻭَﺍﻟَّﺬِﻯ ﻧَﻈَﺮَﻩُ ﺍﻟﻨَّﻘَّﺎﺩَ ﺍَﺩَﻕُّ ﻣِﻦْ ﺍَﻥْ ﻳُﺪَﻟِّﺲَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ، ﻭَﻣَﺴْﻠَﻜَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻖَّ ﺍَﻏْﻨَﻰ ﻣِﻦْ ﺍَﻥْ ﻳُﺪَﻟِّﺲَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ
Meali: "Nurefşan nazarına karşı hayal, hakikatı setredemez; Hak olan mesleği tesvilata, tedlisata muhtaç değildir."
Bu kelam iki fırka-ı dallenin reddine işarettir. Şimdi bed' edeceğim cevaba... (Maba'di var)
Said-i Kürdî