Maruf umum enbiyanın memalik-i Osmaniye’den zuhuru, kader-i ilâhînin bir işaret ve remzidir ki, bu insanların makine-i tekemmülâtlarının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Rumeli çiçekleri ziya-yı diyanetle neşv ü nema bulacaktır. Binaenaleyh, her bir mü’min i’lâ-yı kelimetullaha mükelleftir. Ve bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Ve a’dâ-yı terakkiye karşı herkes cihada mükelleftir. Ve en büyük düşman, gayr-ı mahsus ve dâhilî düşmandır. O da üç büyük, müdhiş düşmandır: Birincisi fakr, ikincisi cehl, üçüncüsü ihtilâftır. Bu üç düşmana cihad etmeğe dinen mükellefiz. Üç elmas kılıncı elde etmek lâzımdır. Birincisi muhabbet-i millî, ikincisi ittihad, üçüncüsü maariftir. Cihad-ı hariciyeyi İslâmiyet’in hakaik-ı ulviyesinin berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Bu zamanın cihadı, muhabbet ve tahabbübledir, tahvif ile değildir.
وَلَا تَجَسَّسُوا nass-ı celilin muhalefetiyle, hafiye havfıyla kimse hakkıyla iktidarını sarf edemezdi. Ve ayetin nısf-ı âhiri وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا gazeteler muhalefet ederek, eski hafiyeler gibi herkesin fikrine bir ızdırap ve tereddüt ilka etmiştir. Amma va-esefa, ifrata müstaid olanlar tefrite de kabil oluyor. Ey ulema, size hitab ediyorum. Şöyle ki:
Her zamanda âlimler, ümera-yı müstebideyi taklîden her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle bir nevi istibdat gibi yapıyordu. Şimdi meşrutiyettir; hâkim şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir. Siz de ilimde bir nevi meşrutiyeti takip ediniz. Zira istibdat hasılât-ı terakkiyi istihlâk ile insanları mazi tarafına döndürüyor. İstibdat istikbale istidbar ediyor.